TÜRKIYE


Our school is a national and public institution founded in 2000. We are trying to create an efficient contemporary school community of high standard in order to meet with the demands of our time.Our mission is to give our pupils self-confidence,perseverence and a feeling for responsability in order to prepare them for for the Department of Education.2 persons work in the administration of the school,there are 20 teachers and and about 220 students at our grammar school.As unfortunately our school cannot provide accommadation for the pupils coming from farther away, they must live in special students' hostels.
Our town Emirdag is situated in the region Ege of Turkey, which in the last years has been confronted with immigration problems to Europe. The population is at present down to avout 20.500 inhabitants, more than 100.000 people works in different European states like germany,Belgium, the Netherlands and Danmark.The majority of Turks having emigrated to Europe are of rural background and never had any contact with another culture or language before their emigration.This is also the case of the Turkish population of Emirdag.The way of living of the community and the social constraints arising from that exode are also visible in our town. On the other hand several countries of Europe have pointed out repeatedly the importance of foreign languages in order to integrate these immigrants economically and socially. In order to promote these languages and bilingualism for the children of migrants and refugees in their host countries, a big effort is needed.
Our school wants to establish good relationships with other European countries and an intercultural exchange, because  new partner institutions mean a better knowledge and understanding and an exchange of ideas. 

DEĞERLENDİRME TOPLANTIMIZI YAPARAK PROJEMİZDE SONA GELDİK

Okulumuzun ortağı olduğu ve iki yıldır devam eden Comenius Projesi değerlendirme toplantısı ile tamamlandı. İlçemiz Kültür ve Sanat Merkezinde gerçekleşen toplantıya İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Fevzi Karaduman´ın yaı sıra Proje sorumlusu Emie Okutan, okul idarecileri, öğretmenler ve öğrencilerimiz katıldı.
Toplantıda; proje resim sergisi gezildikten sonra okul müdürü ve proje sorumlumuzun konuşmaları, tüm etkinlikleri kapsayan etkinlik sunusu ve röportaj videosu izlendi, proje izlenimleri anlatıldı, resim yarışmasında dereceye giren öğrencimize ödülü verildi ve projede görev alan idareci, öğretmen ve öğrencilere katılım belgeleri takdim edildi.



 BİR GURBETÇİMİZLE YAPTIĞIMIZ RÖPORTAJ
 
 
 
ÖĞRENCİMİZ BETÜL'ÜN ALMANYA ZİYARETİ İZLENİMLERİ

 
 




1.       Gün -  15 Nisan Pazartesi

7 saat otobüs ve 2 buçuk saat kadar süren uçak yolculuğumuz sonucu Hamburg’a vardık. Pasaportlarımızı kontrol ettirip bavullarımızı da aldıktan sonra bizi tee Schleswig’lerden karşılamaya gelen Almanca öğretmeni –sanırım Mr. Kroopman- ile birlikte bir saat kadar daha da İtalyanları bekleyip bizi Schleswig’e götürecek olan kocaman otobüsümüze binmemiz ile  Schleswig maceramıza başladık.  Otobüsün camından dışarıyı izlemeye başladım ve beklediğimden çok daha güzel bir manzarayla karşılaştım. En beğendiğim şey evler oldu. Tablolardan çıkmış gibi duran bu evler yanındaki yeşillikler ve ağaçlarla hiçbir zıtlık oluşturmadan çok doğal bir görünüm oluşturuyordu. Otobüsümüzün camından etrafı izleye izleye Schleswig’e vardıktan sonra okula çok yakın olan bir yerde indik, ev sahiplerimizin bizi almalarını bekledik.  Louisa’nın elindeki ismimin yazılı olduğu kağıtla beni hoş karşılayışından sonra Dilek’in ev sahibi Julie’nin arabasına bindik. Arabada Julie ve Louisa bize o akşamki programımızdan bahsettiler. Önce Julie’lerin evine gittik, Julie’nin annesiyle tanıştık,evi gezdik sonra da mutfağa geçtik. Susadığımızı söyleyince Almanların iki çeşit suları olduğunu söyledi annesi. Bunların biri normal su, diğeri de madensuyu ve suyun karışımı şeklinde tanımlayabileceğim kabarcıklı su.  İkisini de denedik. Ayrıca su deyip geçmemek lazım ben bu maden suyu + su karışımı tadında olan suyu çok sevdim. Portakal soslu tavuklu pilavımız,salatamız,tatlılarımız ve kekimizi yiyip üstüne de Alman kahvemizi içtikten sonra Julie’nin verdiği eşofmanlarımızı alıp tren istasyonundan ileriki günlerde oda arkadaşım olacak Louisa’nın Danimarkalı misafiri Nanna’yı da alıp Zumba dansımızı yapmaya bir dans salonuna geldik. İçerisi o kadar kalabalıktı ki sanırsınız tüm Schleswig halkı işlerini güçlerini bırakıp bu dans salonunda toplanmış.  Her yaştan insan vardı. Orta yaşlılar da dahil.  Bu insanlar pazartesi akşamlarını  televizyon karşısında geçirmek yerine buraya gelmeyi tercih etmişlerdi. Biz biraz da geç kalmıştık o yüzden hemen başladık dans etmeye. Daha önce hiç böylesine dans etmemiş insanlar olarak ilk başta hiçbir şey yapamayıp Dilek ile etrafımıza bakıp dursak da daha sonra dansa kendimizi kaptırdık. Terledik,sevdik, eğlendik. Dans boyunca çalan Zumba şarkıları da gayet değişik ve güzeldi.  Sadece pazartesi akşamları mı yapıyorlar bunu bilmiyorum ama biz dansımızı bitirip oradan ayrıldığımızda da dansa devam ediyorlardı başka insanlarla. Zumba’dan sonra yine durmadık atladık arabaya. Louisa’ların evinde hep beraber ev yapımı vejetaryen pizzalarımızı yedik, Louisa’nın annesiyle tanıştım,evi gezdim.  Evleri eski olmamasına rağmen eski tarz bir görünümü vardı ki ben eski ve nostaljik tarzda görünümü olan şeyleri çok severim.  Mutfaktan Louisa’nın odasına çıkan tahta merdiven gibi mesela. Çay anlayışına da bayıldım. Normalde çay içen bir insan değilim ama bu 5 gün boyunca her gün çay içtim.  Çay içtiğim bardaklar olsun, çaydanlık olsun hepsinin el yapımı ve eski tarz bir havası vardı. Plastik değil, cam da değil. Kilden yapılmıştır belki? Hayır, ben de evimde öyle bardaklar kullanıyordum ama bunların şekli ve havası tarihte yolculuk yapmışsın da  çayını başka bir tarihte yudumluyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Özellikle evde televizyon izlenmemesi- en azından ben görmedim-, evin içindeki iki kedimiz,bir köpeğimiz, yemek yenirken ışıkların kapatılıp masanın üstündeki tavandan sarkan lambanın açılıp loş bir ortam oluşturulması ve duvara monte edilmiş iki hoparlör ve bir kasetçalardan oluşan küçük müzik sisteminden çalan hafif parçalar,Louisa,Nanna ve Julie’nin hoş sohbeti  yemeğe çok güzel bir hava katıyordu. Ben ev yapımı pizzamın ve salatamın keyfini çıkarırken Dilek benim kadar rahat değildi. Eğer ben de evdeki hayvanlardan rahatsız olsaydım o kadar güzel mutfak anlarım olacağını düşünmüyorum.  Kedilere alerjisi olan Nanna’nın da aksine kucağımdaki kediyle bile yemek yemişliğim olmuştu.  O gün ilk gün olduğu ve yolculuk yorucu olduğu için Dilek’ler yemekten sonra ayrıldılar. Nanna ile Louisa ve annesine iyi geceler diledikten sonra odamıza geçip uyuduk. 

2.       Gün -16 Nisan Pazartesi

Geceden “Telefonumun alarmını biraz daha erkene kurayım da herkesten önce kalkıp hazırlanayım” desem de Louisa ayarladığım alarmdan daha erken bir saatte bizi uyandırdı. Banyoda biraz oyalandıktan sonra kahvaltı masasına oturdum.  Ekmekler,reçeller,tereyağları,peynirler ve biraz da çaydan sonra  arabaya atladık, Domschule’a  geldik.  Konferans salonu, yemekhane,kantin hatta ileriki günlerde discoya çevirecekleri,duvarlarda yabancı öğrenciler için kendi ülkelerinin saatlerini gösteren saatlerin asılı olduğu çok tatlı bir şekilde düzenlenmiş olan mekanımız Menza’ya geldik. Comenius projesiyle ilgili birkaç video ve bilgilendirmeden sonra  gruplarımız belirlendi. İçinde Schleswig’i tanıtan Almanca ve İngilizce dilinde kitaplar ve dergilerimizin olduğu, üzerinde Schleswig haritası baskılı çantalarımızı da kaptıktan sonra başladık Schleswig’i gezmeye. Önce bir kiliseyle açılışı yaptık. Geldiğimizde henüz kilise açılmamıştı. Az bir beklemeden sonra içeri girdik. Gerçekten çok yüksek bir yapıydı ve en tepeye kadar çıktık.  O kadar merdiven - Her ne kadar saymasam da bir 300 basamak olduğunu tahmin ediyorum-  çıktıktan sonra  camlardaki Schleswig manzarası bacaklarımızın ağrısını unutturdu tabiki.  Kiliseden uzaklaşırken de çanlar çalınca şaşırıp baktım. Louisa da Türkiye’deyken ezan sesi duyunca şaşırdığını anlattı. El yapımı bardak ve çanakların olduğu bir dükkana gittik sonra.  Biraz inceleyip geri çıktım.  El yapımı da olsa o zaman bir bardağa £10 vermek istememiştim ama şuan geri dönsem  birkaç bardak alırdım heralde. Çünkü gerçekten çok hoşlardı. Ordan çıkınca da ‘Rathaus’ isimli büyük bir binaya geçtik. Önce duvarlardaki gelin ve damat resimlerinden Schleswig evlendirme dairesine geldiğimizi sansam da biraz daha ilerleyince küçük odaları gösterdiler iki rehberimiz.  Bu küçük odaların içinde tek kişilik bir yatak, küçük bir masa ve de bir adet sandık vardı. Eski zamanlarda bu odalarda kimsesizler kalıyormuş ama tabiki  kişi başına bir oda düşmüyormuş. Bu küçücük odada 3-5 kişi şeklinde kalıyorlarmış. Şuan ise müze gibi kullanılıyor Rathaus.  Oradan çıktıktan sonra caddenin yaya geçidinden karşı tarafa geçip durduk. Bu kısmı yanlış anladığımı düşünsem de bu cadde etrafının, bulunduğumuz yerin önceden sularla kaplı olduğunu anlattı çocuk. Caddeden devam ettik, yine çok güzel evler gördük.  İlk günden beri gördüğümüz evlerin üzerindeki rakamların, evlerin yapıldığı tarihi gösterdiklerini açıkladılar. 1760 yılında yapılmış bir ev gördük mesela. Tam karşısında ise bu evde yaşayan ailenin aile mezarlarları vardı.  İnsanın tırsması gerekirken tam tersine çok rahattım çünkü bir mezarlık ancak bu kadar hoş gözükebilirdi. Sonra pek sevdiğim Schlei körfezine gittik. Louisa’nın ısmarladığı dondurmamı da alarak manzaranın keyfini çıkardım.  Domschule’a geri döndük. Okulu gezmeye başladık.  Akşama okulun Hamlet tiyatrosunu izlemek için tekrar geleceğimiz tiyatro salonunu gezdik.  Ev sahibim Louisa’nın  iki dklık piyano senfonisini dinledikten sonra –ee kız yetenekli-  okulun bahçesine geçip oturduk.  Menzanın önündeki kırmızı şeritlerle çevrilmiş banka oturdum Louisa ile. Sabah Louisa’nın annesinin verdiği  kırmızı saklama kabımı çıkardım. Kurabiyelerimi ve sandviçlerimi yiyerek,  Appleschorlemi yudumlayarak ve Schleswig haritası baskılı çantamdaki Schleswig tarihini anlatan mini kitapları okurken orada bir 15 dk geçirdim.  Workshoplara girme vakti gelmişti. Ayrı workshoplarda olduğumuzdan Louisa ile ayrıldım. Workshopta Meryem de vardı, biraz onunla konuştum. Sonra üç gruba ayrıldık. Çizme, kesme, yapıştırma derken ülke bayraklarından oluşan bir köprü  çalışması yaptık kartonlara. Çalışmalar bitince de bir araya toplandık ve workshop boyunca anlamadığım bir dil konuşan kadın konuşmaya devam etti. İngilizce değildi, Almanca da değildi. Meryem’e sorunca kadının Fransızca konuştuğunu söyledi. Ne alaka anlamadım çünkü hiç Fransız öğrencimiz yoktu. Tamam ana dili Fransızca dersi gören öğrenciler vardı ama kadın neden Almanca ya da İngilizce konuşmuyordu o zaman?  Ya da kadın gerçekten Fransızca mı konuşuyordu? Kadın gelip benimle de Fransızca konuşmuştu, Fransızca bilmiyorum dediğimi duymayınca ben de çaktırmamaya karar verip kafamı sallamaya başladım. Ama yine de çok tatlı bir kadındı sadece dediklerini anlayamadım.  Çalışmalar bitince bayan öğretmen hepimizi bir araya topladı. Bir çember oluşturduk. Bu kısımları Fransızcam olmadığı için anlayamasam da  sırasıyla herkes kendine özgü bir poz belirledi ve sırasıyla herkesin pozunu tekrar canlandırdık. Fransızca anlamayan tek insanlar olduğumuzu düşündüğüm Meryem ile çemberde göz göze geldikçe güldük. Daha sonra da çemberdekilerle el ele tutuşarak  ‘Kumbaya’ isimli sanırsam dini bir şarkı söyledik. Sözler “ Biri ağlıyor, oh tanrım Kumbaya, birisi şarkı söylüyor, oh tanrım Kumbaya, birisi dua ediyor Kumbaya tanrım Kumbaya” şeklinde.  Pek bir sözü yoktu şarkının, tekrarlamalarla devam ediyordu. Ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim olmasa da güzel bir şarkıydı, eğlendim. Workshop bitince bahçeye çıktım, Julie’yi beklerken Dilek ile üzerinde kocaman Comenius yazılı taşın önünde birkaç fotoğraf çektik. Ev sahibim Louisa Hamlet tiyatrosunda oynayacağı için provası ve hazırlıkları vardı yani benim  Julie ve Dilek’ler ile gitmem gerekiyordu.  Bu sefer Büşra ve ev sahibi  Jette’yi de alarak Julie’nin evine gittik. Julie’nin verdiği kırmzı çok güzel bir “winter jacket” giydim. Bahçeyi gezdik. Bir evin bahçesi ancak bu kadar güzel olabilir. Havuz, taş merdivenler, taş yollar, ağaçlar,tahta kamelyalar ve sonbahar havası..  Sonra durur muyuz hiç? Tabiki de hayır. Arabaya atladık, etrafı gezdik.  Şöförümüz Julie’ye teşekkürler!  Rahat rahat fotoğraf çekelim diye arabasını durdurması, çevredeki evlerin otlardan yapılmış çatılarından mısır yakılarak enerji üretilen  yerlere kadar her şeyi bize açıkladığı teşekkürler. Biraz daha etrafı turladıktan sonra eve döndük. Mutfağa geçtik, bir şeyler yedik.  Julie’nin annesi, Jette, Julie,Büşra ve Dilek ile biraz muhabbetten sonra  konuyu paskalya yumurtalarına getirdik. Sağolsunlar bizi kırmadılar paskalya yumurtalarını getirdiler. Biraz onları inceledik.  Sonra tıka basa karnımızı doyurduktan sonra Domschule’a Hamlet tiyatrosunu izlemek için geri döndük. Hamlet’in komedi tarzında bir versiyonuydu tiyatro. Başarılıydı da.  Güzel bir tiyatro olduğunu düşünüyorum. Almancaydı ama yanımda Julie gibi bir çevirmenim olduğu için hiçbir şey kaçırmadım.  Ev sahibim Louisa ve Hamlet’in mutlu sonunu izledikten sonra tiyatro bitince aşağıda Louisa’yı beklemeye başladım. Louisa geldi Dilek ve Julie’ye veda ettim. Louisa ile yukarı kata aktörlerin soyunma odasına geçtik. Louisa’nın işi bittikten sonra da çıktık.  Kalıp diğer oyuncularla da tanışmak istesem de ev sahibim Louisa gidelim deyince kıramadım. Nanna’yı da alıp çıktık. Sonra otoparkta ev sahibimin erkek arkadaşıyla tanıştım. Onu da aldık, eve döndük. Sonra  da daha önce hiç oynamadığım bir kağıt oyunu oynadık,kurabiyeler,yer fıstıkları,çaylar derken saat 1 olunca herkes odasına geçti,uyuduk.

3.       Gün -17 Nisan Çarşamba

Bugün de Louisa’dan önce kalkamadım. Pes ettim ve alarm kurmayı bıraktım. Louisa ve annesi hep bizden önce kalkıp kahvaltıyı hazırlamış oluyorlardı.Erken de kalkmış olsak her gün okula geç gidiyorduk. Lavaboya uğradıktan sonra hemen kahvaltı masasına  oturdum. Bugün de yavaş yavaş kahvaltımızı yaptıktan sonra hazırlanmak için masadan kalktık. Herkes hazır olunca arabaya bindik. Merkezin biraz dışında oturuyorduk o yüzden yolda da bir 10-20 dkmız geçiyordu ama yollar temiz ve hoştu, o yüzden pek bir sorun değildi bu. Okula geldik.  Geç kalkmıştık. Diğerlerinin gittiğini düşünüp koşmaya başladık ama iki otobüsümüzü görünce rahat bir nefes aldık, otobüslere geçtik. O gün Schleswig’in bağlı olduğu Flensburg’ e gidecektik.  Bir buçuk saatlik otobüs yolculuğundan sonra devasa bir köprünün altına geldik. Okuldan bir öğretmen köprüyle iligli bir şeyler anlatmaya başladı. O gün köprünün altındaydık ama cumartesi Hamburg’a dönerken bu köprünün üstünden trenle geçecektik.  Biraz daha etrafı gezdik. Bir şekerci dükkanına girdik. Buradaki iki şeker yapan adam camların ardından bize şekerleri nasıl yaptıklarını gösteriyorlardı. Başından sonuna kadar izledik.  Öncelikle akışkan şekeri bir tepsiye döküyorlar soğutucularla biraz soğutarak katı hale getiriyorlar sonra da yoğuruyorlardı. Yoğurduktan sonra hamura benzeyen bu renkli şekeri makasla kestikten sonra şekillendirici bir makineden geçirip biraz daha soğutarak iyice katılaşmasını sağlıyorlardı. Bu soğuma işleminden sonra da katılaşmış ve şekilli şekerleri tepsilere koyup sallayarak küçük parçalara ayırıyorlardı. Bu işlem de bitince herkese birer tane şeker dağıttılar. Güzeldi. Biraz şeker almak istedik elimize minik torbalarımızı alıp her çeşit şekerden bir veya iki tane alıp içlerine atmaya başladık. Bu yerde fiyatlat oldukça pahalı olduğu için şekerler gramlarla satılıyordu. İki torba – yani yaklaşık iki avuç- kadar şekerim $5 Euro tuttu. Aldığım tüm şekerleri beğendiğim söylenemez. İçlerinden ağzıma attığım an çıkardığım şekerlerin olduğunu hatırlıyorum. Sanırım dışında şeker yerine ‘tuz’ olan bu şekerlere alışamayacağım. Tuzluların aksine diğer çikolata ve şekerler güzeldi ama.  Oradan çıktık caddede gezmeye başladık. Birkaç sokak sanatçısı keman vs aletlerle müzikler yapıyorlardı. Müzik eşliğinde dükkanları gezmek hoştu. Daha sonra ‘Danish Ice’ isimli dondurmamızı yemek için bir dükkanda durduk. Buradan nutellalı gözlemeler de aldık. Fena değillerdi.  Mağazaları dolaştık en son da bir markete gidip çikolatalar aldık. Biraz daha gezip sahile indik. İtalyanlar ve diğer öğrenciler de orada toplanmışlardı. Burada bayağı takıldık. Ayakkabılarımızı çıkardık kumda yürüdük, deniz kabukları topladık, oturup çikolatalarımızı yedik, fotoğraflar çekildik sonra da bir bota bindik ve Schleswig’e geri döndük. Okulda geldikten sonra eve geçtik. Bir iki saat boş vaktimiz vardı. O akşam önce yabancı ve Alman öğrencilerin yaptığı pasta, börekler ve içeceklerin olacağı bir büfeden sonra disco vardı. Evde biraz takıldık sonra bu sefer de geç kalmamak için önceden hazırlanmaya başladık. Sonra yine üçümüz – Louisa,ben Nanna- arabaya atladık markete gidip içecek bir şeyler aldık. Domschule/Menza’ya geldik. Disco başlamıştı. Büfeye katılmamıştık. Geldiğimiz ilk gün toplantı salonu, kantin ve yemekhane olan çok çeşitli mekanımız bu sefer bir discoya dönmüştü. Işıklandırmalar gayet başarılıydı. Danseden topluluklar, oturan ve dışarıda takılan topluluklar vardı. Louisa’dan ayrıldım ve Türklerle takılmaya başladım.   Disco güzeldi. Büfedeki pasta ve böreklerden de faydalandım. Daha sonra da içinde her şeyimin olduğu, Louisa’nın bana verdiği çantamı kaybettim, onu aramaya başladım. Bunlar disconun bitmesine dklar kala oldu. Menza boşalmaya başladı. Oturup Louisa’yı bekledim. “Louisa bana kızma ama sanırım çantamı kaybettim” dediğimde güldü sonra yemek dağıtılan tezgahın altından çantamı çıkardı. Meğersem daha disconun başındayken kız çantamı masanın üstünde görmüş sonra bir şey olmasın diye saklamış. Ne kadar düşünceli bir ev sahibi bu kız diye düşündüm ve teşekkür ettim. Sonra Nanna’yı alıp Domschule’dan ayrıldık. Bar tarzı küçük bir yere gittik ve hayatımın ilk langırtını oynadım. Sonra eve döndük, geç de olmuştu o yüzden hemen yattık.

4.       Gün -18 Nisan Perşembe

Yine Louisa’nın gelip bizi uyandırmasıyla başladı gün.  Kahvaltımı ettikten sonra her gün olduğu gibi Louisa ve annesinin benim için hazırladığı sandviçimi,Louisa’nın kendi elleriyle yaptığı kurabiyelerimi,elmamı  yine Louisa’nın annesinin verdiği kırmızı saklama kabıma koydum. Louisa bugün de bana Appleschorle vermişti.  Sudan çok Appleschorle içtim. Bu pet şişede bir çeşit elma suyu ama tadı normal veya bizim markette satılan elma sularından farklıydı. Bu kırmızı beslenme çantam dediğim kırmızı saklama kabım ve Appleschorlemi çantama atmadan çıktığım tek bir gün bile olmadı. Normalde evden çıkarken hiç yanına yemek almayan, ekmeğinin üzerine reçel,sos sürüp kaşar peynirleriyle sandviç yapıp yiyen, çayına süt katan bir insan değildim.  Bize Almanya’dayken aç kalabilir,kilo verebilirsiniz demişlerdi hep arkadaşlar. Ama kesinlikle böyle bir şey olmadı. Normalde fazla yiyen bir insan olmamama rağmen Schleswig’deyken deli gibi yemek yedim.  Almanya’da biraz daha kalsam bir iki ayda obez bile olabilirdim. Özellikle çok fazla kurabiye tükettim. Ve ne zaman Louisa’yı mutfakta görsem “Kurabiye mi yapıyorsun?” diye soruyordum.  Tam bir kurabiye canavarına dönüşmüştüm.  Ve her gün evden çıkarken Louisa’nın annesinin bana yiyecekler paketleyip vermesi çok hoşuma gidiyordu. Annesi çok tatlı bir kadındı ve çok da güzel bir İngilizcesi vardı. Şuan da Danimarkaca öğrenmeye çalışıyormuş. İnsan özeniyor. Julie’nin annesinin ve 5. Gün tanışacağım Büşra’nın ev sahibi Jette’nin de annesinin harika bir İngilizcesi vardı bizim ebeveynlerimizin aksine.   Evden çıkıp Domschule’a geldik. Yine geç kalmıştık. O gün ikinci ve sonuncu workshoplarımız vardı. Ben ve Türkler’den Hava Avrupa Birliği ve Türkiye Workshop’undaydık.  Ve o workshopta Domschule’da sadece Almanlar, İtalyanlar, Türkler,Danimarkalılar’ın olduğunu değil aynı zamanda Estonyalıların da olduğunu dördüncü gün öğrenmenin utancını yaşadım.  Alman sandığım sarışın öğrenci grubu meğersem Estonyalıymış. Workshoptaki hocamız Bay. David’di. Avrupa Birliği ve Türkiye hakkında biraz konuştuktan sonra üçerli gruplara ayrıldık. Hava,ben ve Alman öğrenci Alina isimli bir kızdan oluşuyordu bizim grubumuz. Avrupa Birliği ve Türkiye hakkında nette biraz araştırma yaptıktan sonra Alman ve Türk insanlarla röportaj yapma kararı verdik. Soruları hazırladık. Binadan ayrıldık otoparka geçtik. Alina’nın arabasına bindik tam gidecekken kızın arabasının arkasını kaldırımdaki demire vurmasıyla biraz afalladık.  Pek bir sorunu olmasa da arabanın kız bizim yüzümüzden arabasını vurmuş gibi olduğu için üzgün olduğumuzu söyledik.  Sonra da Türk bir lokantaya gidip oranın Türk sahibiyle Hava ve ben röportaj yaparken Alina da Alman müşterilerle röportajını yaptı. Kağıtlarımızı hazırladık. Okula geri döndük. Röportajı temize geçirdik. Workshop’umuzu bitirdik. Ayrıldık. Menza’nın önünde grup fotoğrafı çekinildi. Sonra Menza’ya döndüm. Yemek vaktiydi. İlk gün herkes yemek seçmişti. Asya yemeği, vejetaryen ve tavuklu yemek alabiliyordunuz. Ben Asya yemeğini seçmiştim.  Dürüm şeklinde bir kızartma vardı. İçinde ne olduğunu hatırlayamasam da tadı güzeldi. Sonra ne salatası olduğunu bilmediğim değişik bir salata ve de pudingten oluşuyordu yemeğim. Büşra, Hava ve diğer Türklerle birlikte oturuyordum. Sonra o gün yapılacak ördek yarışı için oyuncak ördeklerimiz dağıtıldı. Ördeklerimizi boyadık. Ördeğime peçeteden yeşil bir fular yapıp Alman bayrağı asmıştım üzerine.  Sonra  12 yaşında Domschule’da okuyan küçük bir kızla tanıştım. Çok tatlıydı. Onunla konuştuk.  Sonra Workshopların sunum vakti gelmişti. Menza tekrardan bir konferans  salonuna dönüştürüldü. Oturup izledim. Sonra okulun jimnastik salonuna geçtik. Minik bir tiyatro izledik öğrencilerin yaptığı ve bir de müzik salonunda koroyu dinledik. İki grup da gayet iyiydi. Sonra topluca dışarı çıktık. Duck Race vakti gelmişti.  Ördekleri sulara bıraktılar. Kimin kazandığını bilmiyorum. Kazanana ne olduğunu da bilmiyorum. Çok fazla rüzgar vardı ve sıkılmaya başlamıştım çünkü ördeklerin bir yere kımıldıkları yoktu su o an çok durgundu.  Ama yine de güzeldi.  Oradan sonra Nanna’yı da alıp ıvır zıvır ve oyunların satıldığı bir yere gittik. Salı günü masada oynadığımız oyunu gösterdi Louisa ama dil seçeneklerinde İngilizce olmadığı için alamadım. Nanna oradan biraz alışveriş yaptı. Louisa’nın annesiyle buluştuk sonra da birlikte eve döndük.   Saat 7’de koro için oditoryuma geldik. Köprü şarkıları dinledik. Gerçekten güzeldi. Korodan sonra  Louisa,Nanna, Julie,Dilek ve diğer Alman ve Danimarkalı öğrencilerle Mcdonalds’a gittik. Öğretmenler  okuldan ayrılasıya kadar orada beklediler. Sonra Domschule’a geri dönüp parti yaptılar. Yine çok güzel bir kart oyunu oynadım ama bu seferki daha eğlenceliydi. Oyunun adı Halli Galli. – Ki cumartesi günü bu oyunun aynısından bulup alıyorum- Sonra saat geç olunca partiden ayrılıp eve döndük, hemen uyuduk.

5.       Gün – 19 Nisan Cuma

Bugün son günümüzdü. Her zamanki gibi kahvaltıdan sonra arabaya binip okula gittik. Louisa ve Nanna ile birlikte Biyoloji dersine girdim. En ufak bir şey anlamasam da sıkılmadım. Ve sınıf gerçekten çok fiyakalıydı. Dersten sonra Menza’ya gelip orada takıldık. O gün Nanna Danimarka’ya geri döneceği için ona veda ettim. Sonra  Büşra,Dilek ve ben ev sahiplerimizin yanına gittik. Bugün son günümüz olduğunu ve alışveriş yapmamız gerektiğini söyledik.  Hediyelik çikolata almamız gerekiyordu. Louisa’lar da o günün son günümüz olduğunu bildiklerini ve bizim için güzel bir gün planladıklarını söyledi.  Menzada birkaç video ve veda konuşmasından sonra Comenius projesine maalesef ki elveda dedik.  Ve serbest bırakıldık.  Louisa’lar sanırsam derslerine girdiler ve biz Türkler de Schleswig’deki  eskiden  bir kale olan Schloss Gottorf müzesini gezmeye gittik.  Gerçekten çok büyüktü ve bir sürü binadan oluşuyordu, kocaman da bir bahçesi vardı.  Hatta diğerlerini kaybedip içeride kimseyi bulamayınca diğer binalara geçtim, bu sefer ilk başta hangi binaya girdiğimizi de bulamayıp kocaman bahçede bir tur atmıştım. Ama pişman değilim. Sonuçta  diğerleri bahçenin aynı tarafından gelip gittikleri için aslında Schloss Gottorf’un ne denli büyük bir bahçesi olduğunu bilmiyorlar.  Müzeden sonra Domschule’a geri döndüm.  Louisa,Dilek, Büşra, Julie, Jette ve annesi ile Julie’lerin atlarının kaldığı at çiftliğine gittik. Atları sevdik, temizledik, bindik. Ve bizim atlardan kesinlikle çok daha büyüklerdi. İlk kez atlarla bu kadar haşır neşir olmuştuk. Daha sonra da Flensburg’ e gidip mağazalara,dükkanlara, dondurmacılara girdik,bir şeyler aldık, gezdik ve Schleswig’e geri döndük. Evlere dağıldık.  Çok güzel bir sebze çorbası vardı yemekte. Akşam olmuştu. Louisa ile evden dışarı çıktık. Salıncaklarda sallandık. Etrafta tur attık, konuştuk. Ve ben son ev fotoğraflarımı çekiyordum. Louisa önceden daha çok evin çatısının otlardan yapıldığını ama sonra bir yangında çoğu ev yandıktan sonra kiremit tarzında ev yaptıklarını açıkladı. Yollarda başı boş minik  tavşanlar gördük. Bu kısmı tam hatırlayamasam da bir olay olduğunu ve ondan sonra tüm tavşanların kaçtığını anlatmıştı. Havadan sudan, gelecekten konuştuk. Hava kararasıya kadar etrafı gezdik. Sonra eve döndük ve ilk günden beri istediğim şeyi yapmaya başladık. KURABİYE!  Louisa bana tarif kitabını verdi. Kurabiye tarifini aldım. Sonra da birlikte kurabiye yapmaya başladık. Çok eğlenceliydi. Daha sonra  Louisa’ya iyi geceler dileyip yatmaya gittim.

6.       Gün  -20 Nisan Cumartesi

Sabahın 5’i olduğunu sanıyorum Louisa’nın annesi beni uyandırdı. Ben saat 8’de Schleswig’den ayrılırken  işte olacağını o yüzden şimdi vedalaşmamız gerektiğini söyledi.  Kathrine’e sarılıp veda ettim ve bu 5 gün boyunca  bana karşı çok nazik ve çok tatlı olduğu için teşekkür ettim. Tekrar yattım. Sonra Louisa beni uyandırmaya geldi ama bu sefer hava aydınlanmıştı. Bavulumu hazırladım. Kendim de hazırlandım. Ve Louisa bana  bir çanta dolusu hediye hazırlamış ve kocaman bir poşet dolusu da yolluk hazırlamış! Hem de kendi kurabiye saklama kabına benzeyen kocaman bir kabı dünkü kurabiyelerle doldurmuş! Teşekkür ettim verdiklerini de yanıma aldım. Sonra Domschule otelinin önüne geldik. Diğerleriyle buluştuk. Bavullarımızı aldık. Tren istasyonuna geldik. Treni beklerken herkesle vedalaştık. diğer Alman öğrencilerle, Jette ile, Jette’nin annesi ile , Julie ve annesi ile , ve Louisa ile..   Çok alışmıştık ve çok sevmiştik Schleswig’i o yüzden ayrılmak gerçekten çok zor oldu. Ama yapabilecek bir şey yoktu, ayrıldık. Tren ile üçüncü gün altında durduğumuz köprünün üzerinden geçip Hamburg’a gittik. Tren boyunca Louisa’nın hazırladığı sandviçlerimi yiyip, Appleschorle’mi içip durdum. Hamburg’a vardık sonra. Gerçekten harika bir şehir.  Yemek yemek için Türk yemeklerinin olduğu bir dükkana geldik. Herkes lahmacun vs yerken ben Louisa’nın benim için hazırladığı sandviçlerimi yemeye devam ediyordum. Oradan da bir şişe Appleschorle alıp içtim. Sonra bir kiliseye gittik. Kilisedeki ilahi gerçekten insanı çok etkiliyordu.  Kiliseden çıkarken tüylerim ürpermişti.   Hamburg’un meydanını gezdik.  Dondurma aldık oturduk. Kısacası saat 16.00a kadar Almanya’nın çıkarabildiğimiz kadar keyfini çıkarmaya çalıştık. Sonunda saat 16.00’da hava alanına döndük. Çantaların kontrolü sırasında çantamdaki Appleschorle’lerimi atmasalardı güvenlikçiler hayat daha güzel olabilirdi tabiki. Sonra uçağa bindik. Sonra İstanbul. Ve Schleswig-Flensburg-Hamburg-Almanya yolculuğumuz İstanbul’a ayak basmamızla son buldu. L

Çok güzel bir 6 gündü. Comenius projesine, tüm Domschule ekibine,kendi ekibimize,Louisa ve ailesine  ve emeği geçen herkese  teşekkürler! J
 
 PROJE EKİBİMİZİN İTALYA İZLENİMLERİ



Like in Turkey , there was friendly and sincere environment in İtaly. When we went there , we didn’t feel strangeness. İtalian families like Turk families. Foods , people , buildings especially churchs were so beautiful and gorgeous. Integration of history with the sea was so impressive and people were so hospitable that we wanted to stay in Napel forever. We saw not only historical but also modern buildings in Napel. Families , students and teachers were so kind and helpful. We established a very strong friendship with our Italian , German and Danish fellows. Also our Italian teachers were so sympathetic and they had very grate personality.

We were so pleased when we returned to Turkey because we had a very grate experiment in Napel. This five days were our most beautiful five days in our lifes. But we missed our friends and teachers very much because we felt like at home in Napel. All of them will be our second family forever.

Thanks to everyone who didn’t leave us alone in Napel. We will always remember everymoment , everymemory and everybody. We will live together in our hearths until the day we die .
ISTANBUL: BRIDGE BETWEEN EUROASIA 
 
3rd MEETING, EMİRDAĞ-TURKEY, PAINTING COMPETITION
 
 
 
 
PREVIOUS VISITS FROM OUR CAMERAS
 
 
 
 
IS EMIRDAG BIGGER OR TURKEY?
 
 


 REASONS AND EFFECTS OF MIGRATION
 




The Example Of Emirdağ
As it is known, the town Emirdağ has become famous for its immigrations.

Widespread discourses like “Is Emirdağ bigger or Turkey?” shows how many citizen of Emirdağ reside in abroad.  Aim of this research is to get to know reasons and effects on the town of this immigration which is actualizing from town to abroad intensively.  However, because we haven’t got enough facilities to go to abroad, we had to do this research only in Emirdağ.
The main reasons why Emirdağ  folk sees immigration and working in abroad as a way of deliverance;

wannabeness of people who immigrated to abroad,
job opportunies in Emirdağ was deficient,
Dream of a beter future,


Because of the teens doesn’t wanna live in Emirdağ,
And be impressed by the relatives that live in abroad.
The people of the district claim that immigrations are actualizing more to Belgium than other contries.
This immigrations are bringing to light positive and negative effects on the town Emirdağ and on the folks.

Positive Effects:

The number of the unemployed people decreased.
Immigrants’ economic contributions are acting a very important part on towns growing.
Immigrants’ coming back on summer vitalizes commerce in the town.


Owing to immigration to abroad, towns promotion is done. Hereby investments in town is increased.
Town has been earning foreign exchange highly.
People that immigrate to abroad, are getting to know foreign lands culture and making culturel interactions between two culture.
Owing to immigrations, people get to know different countries and their cultures.

Negative Effects

Immigration causes  cultural degeneration on people. 
There occur breakups on familiy structure.
There happen psychological problems at people who jam in between two cultures.


As a result of marriages that execute in order to go to abroad, divorces have been increasing.
Teen population has been decreasing in town.
People that reside in abroad are effective on Turkish degeneration.
Immigrations cause cost of living especially on summer terms.
When people who immigrate doesn’t find life that they have been waiting for,  there is seen psychological and social problems on them.
As a result of migration in Emirdağ, there occur  social disintegrations and it brought with many problems.
These results based on interviews and questionnaires that made in Emirdağ.
Actually those labor migrations to abroad happen unconsciously and there is more negative effects  than positive effects of those migrations to the town.
For this reason there must be prevented from those immigrations. Even if this is not possible,  must be reduced.




And there are some solutions against this negative effects at the end of the research: 

Consciousness that in reality immigrations are not deliverance must be taught to young persons and their family members who encourages them for immigration.
There should be made a project in the long term supported by municipality and should be done observation trips to the countries which is wanted by teenagers. Hereby, there should be prevented unconscious immigrations.
Even if possibilities about  all teenager can be sent to abroad weren’t provided,  there should be organized campaigns for prevent unconscious migrations by camera shooting of living conditions in abroad and should be televised.


In addition to tuition of school, there should be  educated students about labor migration.
In order to prevent cost of living on summer terms, there should be done studies for educate artisans collaboration with Emirdağ Municipality and Chamber Of The Commerce And Industry.
Emirdağ Municipality and Afyon Municipality should work together and should present social and cultural activity opportunities to the town folk.
Existing living conditions in abroad should be evaluated objectively and this should be reflected neutrally to the falk. Hereby, there should be prevented wannabeness by showing those unlikable factors.
The importance of the institution of marriage should be emphasized sufficiently and mentality that sees marriage as a first step of immigration to abroad should be eliminated.
 
DANİMARKA İZLENİMLERİMİZ
 
Denmark was perfect with its traffic rules and clean nature. We admired that. Danish are approachable, sincere and hospitable. Thanks to Comenius Project, we could meet new friends. We glad that we met them. Those who we stayed in their homes are very friendly. Our culture is different from theirs but they adapted easily us. They prepared meals which were suitable for our cuisine. We liked that so much. The bike trip was very adventurous. We saw different places. Italians are very warm-hearted; thanks to them we learnt Italy again. They mentioned their homeland, Napoli. We are stil missing them; Emilia, Serena, Bruno, Gracia, Martina, Rosamartina, Annalisa, Mario, Ciro.
German teachers concerned with us because they knew about Turks very much. Sonia, who is a German teacher,  spoke us in Turkish.
We thank to Alex, those who we stayed in their homes, Rodkilde Gymnasium students and teachers for their hospitality.

 
RESULTS OF QUESTIONNAIRE












QUESTIONNAIRE ON MIGRATION FROM EMİRDAĞ

1.     Where do people migrate from Emirdağ?
a)     from villages to town center
b)     to city center
c)      to other cities
d)     to abroad
2.      What do you think is the main reason for the immigration?
a)     Unemployment
b)     Education
c)      Health
d)     Others(……………………………………………………………………………..
3.      Which country abroad do people migrate?
a.     Belgium
b.     France
c.      Germany
d.     Others(……………………………………………………………………………..
4.     What are the education levels of the immigrants?
a.     Graduate of primary school
b.     Graduate of secondary school
c.      Graduate of university
d.     Others(……………………………………………………………………………..
5.     In which year did people migrate abroad the most?
a.     60’s
b.     70’s
c.      80’s
d.     In modern times
6.      What were the immigrants’ professions before the migration?
a)     Unskilled worker
b)     Farmer
c)      Tradesman
d)     Others(……………………………………………………………………………..
7.     What do immigrants do in the country where they live?
a)     Factory worker
b)     Tradesman
c)      Unemployed
d)     Others(……………………………………………………………………………..
8.     Have  the immigrants adapted  to the country where they live?
a)     Absolutely
b)     Mostly
c)      Partly
d)     Rarely
9.     What is the social status of immigrants in the country where they live?
a)     Not social with local people
b)     In contact with local people
c)      Between two social groups
d)     Others(……………………………………………………………………………..
1    0.  What do immigrants think about education?
a)     They think it's necessary
b)     Some of them think it's necessary
c)      They think it's necessary as long as you learn the language
d)     They don't think it's necessary
11.   Do the immigrants want to turn back to Emirdağ?
a)     After retirement
b)     After they get wealthy enough
c)      As soon as possible
d)     Never
12.  (Those who don’t want to turn back)Why don’t they want to turn back?
a)     Because of job facilities
b)     Because of social rights and  facilities
c)      Because of education facilities
d)     Others(……………………………………………………………………………..
13.  Where do immigrants prefer going for holiday?
a)     Hometown
b)     Summer resorts in our country
c)      The country they live
d)     Others(……………………………………………………………………………..
14.  How often do they come to Emirdağ?
a)     Often
b)     Once a year
c)      Once in a couple of years
d)     They never come
15.  How do immigrants accommodate?
a)     Rent a house
b)     Their own house
c)      Places such as dormitories, shelters.etc.
d)     Others(……………………………………………………………………………..


EMİRDAĞ’DAN GÖÇ  ANKET SORULARI
1.     Emirdağ’dan göç nereye oluyor?
a)     Köylerden ilçe merkezine
b)     İl merkezine
c)      Diğer illere
d)     Yurt dışına
2.     Sizce göçün temel sebebi nedir?
a)     İşsizlik
b)     Eğitim
c)      Sağlık
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
3.     Yurtdışı göçleri en çok hangi ülkeye olmaktadır?
a.     Belçika
b.     Fransa
c.      Almanya
d.     Diğer(……………………………………………………………………………..
4.     Yurtdışına göç edenlerin eğitim durumu nedir?
a.     İlköğretim mezunu
b.     Ortaöğretim mezunu
c.      Üniversite mezunu
d.     Diğer(……………………………………………………………………………..
5.     Yurtdışı göçü en çok hangi yıllarda yaşanmıştır?
a.     60’lı yıllar
b.     70’li yıllar
c.      80’li yıllar
d.     Günümüzde yaşanmaktadır.
6.     Yurtdışına göç edenlerin göçten önce meslekleri nedir?
a)     Vasıfsız işçi
b)     Çiftçi
c)      Serbest meslek
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
7.     Yurtdışına göç edenlerin gittikleri ülkelerde genel olarak yaptıkları iş nedir?
a)     Fabrika işçisi
b)     Esnaf
c)      İşsiz
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
8.     Yurtdışına göç eden akrabalarınız gittikleri ülkelere uyum sağlayabilmişler midir?
a)     Tamamen
b)     Çoğunlukla
c)      Kısmen
d)     Az
9.     Yurtdışına göç eden akrabalarınızın yaşadıkları ülkelerde sosyal durumu nasıldır?
a)     Kendi aralarında, dışarıya kapalı
b)     Yerel halkla etkileşim içinde
c)      İki sosyal grup arasında kalmışlardır
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
10.  Yurtdışına göç eden akrabalarınızın eğitime verdikleri önem nedir?
a)     Çok önem verirler
b)     Belli kesim önem verir
c)      Dil öğrenmeye yetecek kadar önem verirler
d)     Hiç önem verilmez
11.  Yurtdışına göç eden akrabalarınız tekrar Emirdağ’a dönmek istiyor mu?
a)     Emekli olduktan sonra
b)     Yeterli ekonomik düzeye ulaştıklarında
c)      En kısa sürede
d)     Hiçbir zaman
12.  (Dönmek istemeyenler)Niçin dönmek istemiyor?
a)     İş imkanlarından dolayı
b)     Sosyal hak ve imkanlardan dolayı
c)      Eğitim imkanlarından dolayı
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
13.  Yurtdışına göç edenler tatillerini geçirmek için nereyi tercih ediyor?
a)     Memleketini
b)     Ülkemizdeki  tatil yerleri
c)      Bulundukları ülke
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..
14.  Emirdağ’a ne sıklıkla geliyorlar?
a)     Sık sık
b)     Yılda bir kez
c)      Birkaç yılda bir
d)     Hiç gelmiyorlar
15.  Yurtdışına göç eden akrabalarınız nasıl barınıyor?
a)     Kirada
b)     Kendi evinde
c)      Yurt-Barınma evi vb. gibi yerlerde
d)     Diğer(……………………………………………………………………………..